Almanya’ya ilk resmi Türk işgücü göçü, 1961 sonlarında Türkiye ile Almanya arasında imzalanan “Türk İşgücü Anlaşması” ile başladı. Anlaşmanın imzalanmasını takip eden ilk üç yıl içinde yaklaşık 30.000 vatandaşımız Almanya’ya göç etti ve bu sayı 1970’lerin ortalarına gelindiğinde 1 milyona ulaştı. Türkiye’den sadece insan gücü değil, beraberinde kültürel alışkanlıklar, gelenekler ve tabii ki yemek kültürü de taşındı. Yurt dışına seyahat ederken bile valizlerimizi alışkın olduğumuz lezzetlerle dolduran bir millet olarak, bu büyük nüfusun da kendi mutfağından vazgeçmesi pek mümkün değildi.
Bu ihtiyacın doğal bir sonucu olarak, 1970’lerde ilk Türk bakkalları açılmaya başladı. Küçük metrekareli bu bakkallar, genellikle Türk mahallelerinde, cami veya derneklerin çevresinde faaliyet gösteriyordu. O dönemde Türk göçmenler, dil engeli ve helal gıda hassasiyeti nedeniyle Alman marketlerinden alışveriş yapmaya mesafeli yaklaşıyordu. Böylece, alışveriş ihtiyacı güven duyulan mahallelerde, tanıdık yüzlerin işlettiği bu bakkallar aracılığıyla karşılanıyordu.
Artan nüfus ve talep doğrultusunda, bu küçük bakkallar zamanla helal et satan kasaplara ve meyve-sebze çeşitliliği sunan manavlara dönüştü. 1980’lerin sonlarına doğru ise, Almanya’daki Türk marketleri daha kurumsal bir kimlik kazanmaya başladı. Artık sadece bakkal seviyesinde değil, büyük marketler ve toptancılar kendi markalarını oluşturmaya başlamıştı. 1990’lara gelindiğinde ise, hem daha büyük formatlı marketler açıldı hem de Türkiye’nin büyük gıda markaları Almanya’daki pazar paylarını artırmaya başladı.
Bugün gelinen noktada, Avrupa genelinde yaklaşık 5.500 Türk marketi bulunuyor ve bu pazarın %60’ı Almanya’da konumlanıyor. Yani Almanya’da yaklaşık 3.300 Türk marketi faaliyet gösteriyor. Bu marketler, zaman içinde işlerine ciddi yatırımlar yaparak mağaza sayılarını artırdı, ürün yelpazelerini genişletti ve teknolojiye uyum sağlayarak rekabet güçlerini artırdı. Ancak, göçün üzerinden 64 yıl geçti ve bugün Almanya’da dördüncü nesil yaşıyor. Bu nesil, büyükanneleri ve dedelerine kıyasla birinci dil olarak Almanca konuşuyor, Türkçeyi daha çok aile içinde kullanıyor ve eğitimden iş dünyasına, sanattan siyasete kadar hayatın her alanında daha aktif rol alıyor.
Bu değişim, tüketim alışkanlıklarına da yansıdı. Bugünün Türk tüketicisi, artık sadece Türk marketlerinden değil, belki de daha fazla oranda Alman marketlerinden alışveriş yapıyor. Bu noktada Alman perakende zincirlerinin etnik pazarlama stratejileri devreye giriyor. Son yıllarda Edeka, Rewe, Lidl ve diğer Alman marketleri, bu alana büyük yatırımlar yaparak Türk ürünlerine özel reyonlar oluşturuyor. Üstelik, sadece popüler Türk markalarını satmakla kalmayıp, kendi “Türk” markalarını da piyasaya sürmeye başladılar.
Tam bu noktada, şu soruyu sormadan edemiyorum:
👉 Dünya standartlarında üretim yapan Türk markalarımız, bu sürece yeterince liderlik edebiliyor mu?
👉 Yoksa neden Alman marketler, lider Türk markalarını sunmak yerine, kendi Türk markalarını yaratıyor?
Bu sorunun ilk akla gelen cevabı, elbette private label (PL) stratejisi olabilir. Perakende devleri, kendi markalarıyla daha yüksek kâr marjı elde edebiliyor. Ancak olayın tamamı bundan ibaret değil.
Bir sonraki yazımda, bugün 10 milyar Euro’luk büyüklüğe ulaştığı tahmin edilen Türk market pazarına yatırım yapan markalarımızın, neden 250 milyar Euro’yu aşan Almanya FMCG pazarında aynı oranda aktif olmadığını detaylıca ele alacağım.
Görüşmek üzere!
Çok güzel bir tarihi özet olmuş. Okuması keyifli bir yazı dizisi… Tebrikler, ellerinize gözlerinize sağlık.
Çok teşekkürler.